27.07.2014

KÖPEĞİN EVİ



Kış geldi mi köpek ezilir büzülür. Kışın soğuğu onu perişan hâle sokar.

"Kışa dayanamıyorum. Sağ kalırsam taştan bir ev kurmam gerek. Yaz gelince dişimle tırnağımla çalışıp çabalayayım, kışın barınmak için bir taş ev yapayım" der.

Fakat yaz gelip de Isındı mı; kellesi kemiği yerine geldi mi; ilikleri, kemikleri kızışıp derisi gerildi mi, kendisini koskocaman görür de:

"İyi ama ben hangi eve sığarım ki?" der

İrileşir, ayağını çeker, tembel tembel, karnı tok sırtı pek, kendine güvenmiş bir hâlde gölgeye çekilir.

Gönlü:
"Bir ev yap!" derse de o:

"söyle be yahu! Ben nasıl olur da bir eve sığarım ki?" diye yanıt verir.

Sen de bir derde, bir sıkıntıya düştün mü b üzülürsün. Hırs kemiklerin bitişin, küçülür kalırsın.

"Tövbeden bir ev yapayım, kışın o evceğiz de barınayım," dersin.

Fakat dertten kurtuldun da hırsın büyüdü mü, köpek gibi senin de ev sevdan geçer gider.

26.07.2014

FLORENCE NIGHTINGALE


Hemşirelik mesleğinin öncüsü ve hemşire okulunun kurucusu Florence Nightingale, temiz kalpliliğin ve güzel ahlakı bir insanı ne kadar yüksel başarılara götüreceğinin simgesidir. Adeta anıtlaşan isimleriyle dünyada bir ilke imza atmış olan Nightingale, 12 Mayıs 1820'de Florencea'da doğmuştur. Bu kadın, içindeki baskın yeteneğini bulup çıkaramamanın acısını neredeyse henüz genç yaşta canıyla ödeyecekti. İçinde bulunduğu işe yaramaz ruh hali onu intiharın eşiğine getirmişti. 

Hatıra defterinde bu ruh halini şöyle anlatır:

-31 yaşında iken hayattan hiç tat almıyor, ölümden başka bir şey arzulamıyordum. Mesut olabilmek için her şeyi denedim, yabancı memleketlere seyahatler, iyi arkadaşlar, her şey ama her şey tamamdı... Fakat, Ya Rabbim ben ne olacaktım?

Florence Nightingale maddi zorluğu çok nadiren yaşamıştır, onun dışında aileden gelen bir zenginliğe sahipti ama mutlu değildi. Hayat onun için anlamlı gelmiyordu. Onu yaşatan hayata bağlayan bir şeylerin olması gerekiyordu, aksi taktirde canına bile kıymayı
düşünmüştü.

İnsan bazen yaptığı işlerden ve günlük hayatından tat alamaz, daha farklı bir iş, bir uğraş ihtiyacı hisseder, onu da buldu mu muhteşem farklılıklarla da başarılar ortaya koyar. Kimi insanlar vardır, zengindir ama mutsuzdur. Her şeyin çaresi mutlaka vardır, eğer mutsuz adam neden mutsuz olduğunun çaresini düşünüp bulmazsa, yaşamın o güzel büyüsünün farkına varamadan ya hep öyle mutsuzluklar, kederler içerisinde yaşar ya da gün gelir intihar eder. Bu yüzden insan, baskın yeteneğinin farkına varmalıdır. Eğer sizi içinizden bir şeyler rahatsız ediyorsa, hayat yavaş yavaş anlamını yitiriyorsa bilin ki içinizdeki baskın yetenek dışarı çıkmak için sizi zorluyordur.

Biraz düşünür, çevrenizi iyi gözlemlerseniz, size ait olan gerçekten yapabileceğiniz, büyük başarı göstereceğiniz baskın yeteneğinizi bulabilirsiniz, ama biraz içe dönük düşünce ve yoğunlaşmaya ihtiyacınız olacak.

İşte Nightingale de böyle yaptı. Kimi insan vardır zengindir ama mutsuzdur, demiştim, bu tür insanların baskın yeteneği onlara şöyle demeye çalışır ama eğer anlarlarsa.... Anlayamazlarsa hayat onlar için anlamını yitirir... 

-Paranı ortaya koy, paranı dirliği ve birliği sağlayan araç olarak gör, paranı içindeki dünyanı açığa çıkarmak için kullan; senin bunu yapmaya, ihtiyaç sahiplerinin de senin parana gereksinimleri var.

Nightingale biraz düşündüğünde iç sıkıntısının nedenini bulmuştu:

İnsanlığa faydalı olmak. Hemen nasıl faydalı olabileceğinin yollarını aradı. Onda bir genç kadına lazım olacak her şey vardı. Çok iyi eğitim görmüştü, çoğu kadından daha iyi yetiştirilmişti. Anne ve babası saygın insanlardı. Ama o bir şeye takılmıştı:

Kendi varlığını lüzumsuz görüyordu. Oysa bir çok düşmüş, zavallı insanın belki de onun enerjisine, yeteneğine ihtiyaç vardı; ve belki de o bunları gerçekleştirildiğinde aradığını bulmuş olacak mutluluğa erecekti. Çünkü, aslında her insanın özünde, şifresinde yardım etme ihtiyacı vardır, bunu bastıran insan mutsuz olur, hayata anlam vermemeye başlar. Hayat ancak ve ancak yardımlaşma ve dayanışmayla güzeldir. Bu gelgitleri özünde bir müddet yaşayan Florence Nightingale iç derinliğinde şunları mırıldandı:

-İnsanlara iyi kalplilikle faydalı olmak gerekiyor. Allah'a hizmet etmenin en iyi yolu onun da dediği gibi insanlığa faydalı olmaktır.

Ruhunda bunu haykırdı.... Hayatında devrim yapmış oldu. Ve sonra 5 yıl içinde meşhur oldu, zengini fakiri herkes onu sevdi , hep hayranlıkla anıldı.

Florence Nightingale,

-Ben hasta bakıcısı olmak istiyorum, kimsesi olmayan insanların, kimsesi olmak istiyorum.

dediğinde anne ve babasından olumsuz tepki almıştı. Çünkü o zamanlar hasta bakıcılığı en düşük işlerden biriydi. Oysa o bu işe kendisini bütün kalbiyle vermek istiyordu.

Çevresinden de çok tepkiler oldu. O zamanki hastanelerin berbat şartları içinde çalışmak akıl karı değildi. Herkes şaşırıp 'Yanlış yapıyorsun!' derken o, kimseyi dinlemeyip inandığı şeyi yapmıştı. Ve bugün dünyanın en saygın isimlerinden birisidir. Bu durumda ondan alınacak çok dersler vardır. Hemşireliği şerefli bir meslek durumuna yükselten ve tıbbın bir kolu olarak kabul edilmesini sağlayan bu iyi yürekli hanım, 1854 deki Kırım savaşında 38 kişilik kadroyla İstanbul a gelmiş, sevgi dolu çalışma gücü, azmi ve bilgeliğiyle yüzlerce hastanın duasını almıştır. Bir çok aile kızlarına onun ismini vermişti. 

Florence Nightingale hastabakıcılık işine girişmeden önce bu meslekte kendini iyice yetiştirme kararı almıştı. O zamanlar hemşirelik diye bir meslek yoktu, çok küçük çapta hastabakıcılığı vardı, o da meslek olarak görülmüyordu. Ayrıca bu iş kilise kanalıyla hizmet verdiğini görmüştü. Oradan Almanya'ya geçmiş, orada da protestan papazlarının hastabakıcı yetiştirdiğini görmüştü. Günümüzde de adından anlaşılacağı üzere Kızılhaç Sağlık Örgütü, Kızılhaç kurumuna bağlı olarak dinsel bir sembol niteliğinde hizmet vermektedir. Aslında dünyadaki bir çok ulusal acil yardım kuruluşları incelediğinde bunların, sembol olarak ait oldukları dinin gölgesini taşıdıkları görülür. Türkiye'deki Kızılay gibi. 'Ay' Kubbe ve minarelerin de en tepesine yerleştirilen kutsal bir semboldür.

Almanya dan memleketi İtalya ya dönen Florence Nightingale, bir müddet sonra tekrar araştırmak için 1849 da yurtdışına çıkma kararı almıştır. 29 yaşındayken Parise giden bu genç bayan Saint Vincent Paul Cemiyeti ne de uğramıştı.

Florence Nightingale,

-İnsan önce itirazlara karşı iradesini güçlendirmelidir. Bu da sizin o işe inancınızı gösterir. Olacağına ne derece inanıyorsanız. çevrenin olumsuz etkileri de o derece olur. diyor.

Dideront,

-Kötülerin çok olduğu bir ortamda erdemli bir insanın barınması zordur. sözünü hatırlatıyor.

2 yıl idarecilik yaptıktan sonra 21 Ekim 1854 te kendisine, Kırım Savaşın dan dolayı İstanbul da hastabakıcı organizatörlüğü yapıp yapamayacağı sorulduğunda o, teklifi hemen kabul etmiş ve aynı gün yola çıkmıştı. İstanbul a geldiğinde büyük kargaşa ve dağınıklıklara şahit olmuştu. İşe derhal temizlikten başladı. Üsküdar da bir ev tutarak, burasını çamaşırhane haline getirdi. İngiltere den istettiği 27 bin gömlek geldiğinde resmi yazışmaları dikkate almadan hepsini açtırtmıştı. Bazen çamaşırları ekibiyle birlikte kendi de yıkılıyordu. Geceli gündüzlü çırpınıyor, gelen yüzlerce yaralının tüm hizmetine koşuyordu. Ölüm oranı %40 lardan %5 lere düşmüştü. O, ailesine yazdığı mektupların birinde şöyle demişti:

-Öyle idareciler var ki imkansız ve faydasız emirler vermesini biliyorlar. Bunlar resmi muameleler uğruna yüzlerce insanın ölümüne sebep oluyorlar. Hiç acımıyorum böyle insanlara.

Resmi kurumlardan kendisine yardım gelmediği zamanlar hiç uyumuyor, işlere daha çok koşturuyordu. Hastaların arasında dolaşıp, çoğu geceler onların halini hatırını sormuştur. Yaptığı fedakarlıklardan dolayı halk ona 50 bin ingiliz lirası toplamıştı. O bu parayla Florence Nightingale hemşirelik Okulu nu kurmuştu.

Hastalar onu o kadar çok sevmişti ki, iyilik sever komşularından ve samimiyetinden dolayı da Lambalı Lady adını takmışlardı. Nightingale, İngilizce de BÜLBÜL anlamına gelmektedir.

1907 de Kraliçe tarafından İngiltere nin en büyük ödülüne layık görüldü. İngiltere Kraliçesi onun hakkında şunları söylemişti.

-Siz, kadınların şerefli mevkilere gelmesinde ilham oldunuz. Sizin gibi bir insanla tanışmak benim için memnunluk vericidir. Her duamda sizin sağlığınızı korumanızı Allah tan diliyorum.

İstanbul da da adına hastahane bulunan Florence Nightingale 13 Ağustos 1910 da öldüğünde,

-Yüzünde sanki yaptığı hizmetinin huzur ve saadeti vardı. diyenler olmuştur.   

25.07.2014

SYLVESTER STALLONE


Rambo ismini hiç duydunuz mu? Sylvester Stallone, artistlik bürosuna başvurduğunda 

-Hey! Sen tam bizim aradığımız insansın. Hemen gel, sana bir filimde rol verelim'

mi dediler sanıyorsunuz?

Hayır, Sylvester Stallone başarıya ulaşıncaya kadar ret üstüne ret cevaplarına dayanma gücü gösterdi. İşe başladığında binden fazla ret cevabıyla karşılaştı.

New York'ta bulabildiği tüm artistlik bürolarına baş vurdu ve hepsinden hayır cevabı aldı. Fakat zorlamaya, denemeye devam etti ve sonunda 'Rocky' filmini yaptı. Stallone, bin kez hayır cevabı almasına rağmen, bin birinci kapıyı çalma cesaretini göstermişti.

24.07.2014

HENRY FORD



1903 yılında bir banka müdür, önüne gelen kredi talebini inceliyordu. Kredinin istenme sebebini okuyunca yüzünü buruşturdu ve üzerine 'REDDEDİLDİ' mührünü vurdu.

Kredi talebinin geri çevrildiğini duyan Henry Ford, derhal müdürün yanına çıkarak, 

-Nasıl böyle büyük bir projeyi geri çevirebilirsiniz? diye sordu.

Banka müdürü kendinden emin bir şekilde,

-Otomobil ancak geçici bir moda olabilir. Bu tarz geçici işlerle uğraşacak vaktim yok, dedi.

Bu sözler üzerine Henry Ford odayı terk ederken şunları söyledi:

-Bir gün yollarda at arabaları kalmayacak, tüm ulaşım otomobille sağlanacak


Henry Ford başarıya ulaşana kadar beş kez iflas ederek her şeye yeniden başlamak zorunda kaldı.

Karşısına çıkan sayısız engele rağmen vizyonunu genişliği ve ona ulaşma arzusu sayesinde otomotiv sektörünün kurucusu ve bir numaralı ismi olmayı başardı.

23.07.2014

BERABERLİĞİN GETİRDİĞİ


Padişah bir gün üç oğlunu sırayla yanına çağırır. Büyük olanın eline sağlam iple sarılmış bir deste ok verir ve kırmasını ister. Uğraşır, didinir ama nafile... 

Oklar kırılmaz. İkinci oğlu yanına geldiğinde, ondan da aynısını ister ama oda oku kıramaz. En son küçük kardeş gelir ve ona da aynısını söyler. Küçük kardeş önce oklara, sonra ağabeylerine bakar. Destenin içinden bir ok çıkartır kırar. Sonra iki, üç, derken bütün oklar kırılmıştır.

Padişah da:

-İşte oğullarım. Eğer benden sonra birlik ve beraberlik içinde olursanız; bütün dünya bir araya gelse, sizi kimse yenemez. Ama aranıza fitne, kin, nefretlik düşmanlık girerse, bu dünya da iz bırakmadan yok olup gidersiniz. der.

22.07.2014

ÖNYARGI


Uzaklarda bir köyde, kocası ve çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysaldır.


Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün bir kaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır...

Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışcasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı. Tam o sırada içerideki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir....

Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür. 

Eintestein'in söylediği rivayet edilen bir söz var.

'İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor.'

21.07.2014

YENİLGİYE YENİLMEYİN


Yenilgi, hiçbir zaman büyük müzisyen Handel'i pes ettirememiş, tam aksine felaket onun enerjisini bir kat daha arttırmıştır.

Borçlarını ödeyemez duruma geldiğinde bile o, hayal kırıklığına düşmemiş; geceli gündüzlü çalışarak bir sene içinde ölümsüz pek çok besteyi yapmıştır.

Biyografisinde denildiği gibi,

-O, her şeyi cesaretle karşılamış ve hiç kimsenin yardımına gerek duymadan on iki kişinin yapacağı işi, tek başına yapmayı başarmıştır.

20.07.2014

SEL DUASI



Herkes tarafından çok sevilen bir adam vardı. Fakat kader ve dua anlayışı biraz farklıydı. 

Bir gün yaşadığı kasabada sel felaketi yaşandı. Herkes kasabayı terk etmeye başladı. Ama adam yerinden kımıldamıyordu. Sonunda en yakın komşusu arabasını onun evine çekerek kendisine seslendi.

-Haydi! arabaya atla! Kasabada kimse kalmadı. Barajın kapakları patladı, büyük bir sel geliyor.

Adam,

-Sen git. Tanrı beni kurtarır, dedi

Sonra sular yükselmeye başladı. Yardıma gelen bir kayığı ve onun ardından gelen tekneyi 'Tanrı beni kurtarır.'  diyerek geri çevirdi. Sular o kadar yükselmişti ki, sonunda evin bacasına çıktı. Kendisini kurtarmaya gelen helikopteri de aynı gerekçeyle uzaklaştırdıktan sonra boğularak öldü.

Tanrı katına yükselince, Tanrıya intizar etti:

-Allah'ım sana güvenmiştim. Niçin benim dualarımı kabul edip beni kurtarmadın?

Tanrı kendisine seslendi:

-Denedim hemde çok denedim. Önce sana arabasıyla komşunu gönderdim. Sonra bir kayık, ardından bir tekne ve son olarak bir helikopter gönderdim. Ama sen hiç birini kabul etmedin.

19.07.2014

DÜŞÜNCE VE KARAKTER


İnsan ne düşünüyorsa odur,

Aforizması, yalnızca insanın var oluş gerçeğini açıklamakla kalmaz, aynı zamanda hayatındaki her durum ve koşulu anlamayı da olanaklı kılar. İnsan kelimenin tam anlamıyla düşündüğü şeydir, Düşüncelerinin toplamı karakterlerini oluşturur.

Nasıl ki bitkinin yeşermesini sağlayan tohumdur ve tohumsuz bitki düşünülemez ise, aynı şekilde insanın eylemlerini yeşerten de gizli düşünce tohumlarıdır ve bunlar olmadan eylemlerde ortaya çıkmaz. Aynı durum, planlanarak gerçekleştirilen eylemler kadar 'kendiliğinden' ve 'plansız' diye nitelendirilen eylemler için de geçerlidir.

Eylem düşünce filizidir; neşe ve keder onun meyveleridir; bu yüzden insan kendi çiftliğinde yetiştirildiği tatlı ve acı meyveleri toplar.

'Aklımızdaki düşünceler bizi anlatır, 
ne olduğunuzu
Düşünce ile yoğrulup hangi şekli aldığımızı, 
Kişi eğer kötü düşüncelere sahip ise,
acı peşine dolanır
Ve onunla yuvarlanıp gider...

....Kişi eğer temiz düşüncelere sahipse
Mutluluk da onu izler
Kendi gölgesinde- elbette.'

İnsanın gelişimini sağlayan bir yasa vardır, öyle ki insan rasgele oluşmuş bir varlık değildir. Neden ve sonuç, tıpkı somut ve maddi şeyler dünyasında olduğu gibi gizli düşünce aleminde de kesindir ve herhangi bir sapmaya uğramaz. Asil ve ulvi bir karakter lütuf değildir ya da şans eseri oluşmaz; ancak, doğru düşünmede sürekli bir çabayla uzun süreli ilahi düşüncelerin bir bileşkesi olarak doğar. Adi ve kötü bir karakter de aynı şekilde sürekli olarak benimsenen alçakça düşüncelerin bir neticesidir.

İnsanın olgunlaştıran da hamlaştıran da kendisidir; düşünce cephaneliğinde kendi kendisini yok ettiği silahları üretir; aynı zamanda kendisine mutluluk, güç ve huzur bulacağı cennetvari evler inşa etmek için aletler icat eder. İnsan düşüncelerini doğru seçerek ve yerinde uygulayarak ilahi mükemmelliğe ulaşır, düşüncelerini kötüye kullanarak ve yanlış yerlerde uygulayarak hayvanlardan bile alt seviyeye düşer.  Bu iki uç arasındaki her

şey karakterlerinin aşamalarıdır, ve insan hem bunun yaratıcısı hem de efendisidir.

Bu çağda gün ışığına çıkarılmış ruha dair güzel gerçeklerden hiçbiri şu ifadeden daha hoşnut edici ya da ilahi vaat ve umut bakımından daha etkileyici değildir; İnsan düşüncelerin efendisi, karakterinin kalıpçısı, çevrenin, şartların ve kaderinin yaratıcısı ve şekillendiricisidir. 

Bir güç, zeka ve sevgi varlığı ve kendi düşüncelerinin efendisi olarak insan her duruma göre anahtarı kendi elinde tutar ve istediğini elde edebilmek için değişimi ve yaşamsal gücü kendi içinde barındırır.

İnsan en güçsüz ve en umarsız halde her zaman efendidir; ancak, güçsüzlüğünde ve düşkünlüğünde 'evini' yöneten akılsız bir efendiden farksız olur. Bunu kendi durumuna yansıtmaya meylettiğinde ve gayretle varlığının temelini oluşturan bir Yasa arayışına girdiğinde, enerjisini zekice yararlı şeylere yönlendiren ve düşüncelerini yararlı şeyler için kullanan akıllı bir efendi olmaya başlar. Böylece tamamen uygulama, içsel analiz ve deneyimin keşfiyle bilinçli bir efendi olur. Ancak bu şekilde, kendi içinde düşünce yasalarını keşfeder.

Altın ve elmas yalnızca daha fazla araştırma ve teknik bilgiyle elde edilir; aynı şekilde insan ruhundaki cevhere ulaşmak için daha derinleri kazdıkça kendi varlığı ile bağlantılı her türlü gerçeği bulabilir. Kendi karakterinin yaratıcısı, hayatının şekillendiricisi ve kaderinin mimarı da kendisidir. Eğer düşüncelerini izler, denetler ve değiştirirse, etkilerini kendinin ve başkalarının üzerinde görmeye çalışırsa, sabırla tecrübe ederek ve araştırarak neden ve sonuç arasında bağlantı kurarsa, her bir deneyimini anlayış, bilgelik, güç olan kendi öz bilgisini elde etmede bir araç olarak en önemsiz, sıradan olaylarda yararlanmak için kullanırsa hedefinden de şaşmaz. Bu doğrultuda hiç bir şeyde olmadığı kadar mutlak bir kural vardır ki, 

İnsan aradığını bulur ve çaldığı hiç bir kapı yüzüne kapanmaz;

yalnızca sabır, uygulama ve daimi ısrarcılık ile insan Bilgi Tapınağının kapısını aralayabilir.

17.07.2014

ÇALIŞMANIN SONUCU


Bir sihirbaz, kabiliyetlerini sergiliyor, sultanın ve seyircilerin hayranlığını kazanıyormuş. Sultan da bu numaralar karşısında şaşkınlık ve hayranlık içerisinde bağırmış: 

-Allah'ım bana yardımcı ol, bu nasıl bir mucize, nasıl bir cinlik!


Fakat vezir söyledikleriyle sultanın düşüncelerini bölmüş:

-Sultanım, hiçbir usta gökyüzünden zembille inmez. Sihirbazın sanatı onun çalışkanlık ve pratiğinin sonucudur.

Sultan vezire kızmış. Vezirin kendisinden farklı görüş söylemesi sultanın huzurunu kaçırmış. Veziri hor görerek ona bağırmış:

-Seni nankör adam. Bu kadar yapılan numaraların nasıl çalışmasıyla, pratikle elde edildiğini iddia edebilirsin. Yeteneğin ya vardır ya da yoktur. Senin zaten beraberinde zindana götüreceğin hiç bir yeteneğin yok. Orada yalnız olmayacaksın, kendi türünden bir hücre arkadaşın olacak. Bir danayla beraber zindanda kalacaksın.

Muhafızlar veziri hücresine götürmüş. Vezir birinci günden başlayarak danayı kaldırıp kulesinin merdivenlerini çıkmaya başlamış. Bunu her  gün yapmış. Aradan aylar geçmiş. Dana büyüyüp güçlü bir öküz olmuş ve her gün alıştırma yapmaktan dolayı vezirinde gücü artmış.

Bir gün sultanın aklına zindana attırdığı veziri gelmiş. Gidip veziri görmek istemiş ve gördükleri karşısında şaşırmış ve haykırmış:

-Allah'ım bana yardımcı ol, bu nasıl bir mucize, nasıl bir cinlik!

Öküzü kollarında taşıyan vezir daha önce söylediği sözlerle cevap vermiş:

-Sultanım, hiç bir usta gökyüzünden zembille inmez. Bağışlayıcılığınız ile bana bu hayvanı verdiniz. Gücüm, çalışkanlıgımın ve çalışmalarımın sonucudur. 

16.07.2014

AZ YE, AZ UYU, AZ KONUŞ -1


AZ UYU... 

Az Uyumanın sadece belli bir din, mezhep ve meşreple sınırlamak son derece yanlış olacaktır. O da az yeme gibi tüm insanlık âleminin vazgeçilmez manevi değerlerinden biridir. Az yeme, salihlerin âdeti olduğu gibi az uyumak da kâmil ve Salih insanların alametidir. Çünkü çok yemek gibi çok Uyumak da kalbi gaflete düşürür, dimağı uyuşturur, vücudu hantallaştırır. Özellikle unutkanlığa ve birçok hastalığa sebep olur. Ayrıca çok uyumak, gecenin çeşit çeşit manevi bereketinden, nice ilahi feyiz ve rahmetinden mahrum kalmamıza da sebep olur.

Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisi şeriflerinde "Benim Cenâb-ı Allah ile öyle bir anım var ki, 0 zaman dramıza ne bir kitap sahibi peygamber ne de Allah'a yakın olan bir melek girebilir" buyurmuştur.

Şemsi Tebriz Hazretleri bu hadis-i şerifi yorumlarken şöyle der:

"Bu sözle Efendimiz kendi halini bize anlatmıyor. Burada ümmetine bir davet, bir işaret var. Yani öyle bir şey yapınız ki hâlimiz de benim hâlim gibi olsun demek istiyor. Bu sözleri Efendimizin kendi hâli olarak değil, bizleri o hâle daveti olarak anlamak | azim."

Şems-i Tebriz Hazretleri'nin bu yorumu ufkumuzu genişleten, oldukça deseni ve çok doğru bir yaklaşımdır.

Mesnevi, cilt 3. 1222:
"Şu dünyada baş gözü açık, fakat gönül gözü uykuda nice kişiler vardır. Gönlü uyanık olan kişi, baş gözünü kapasa bile, Ona yüzlerce basiret gözü açılır. Eğer sen gönül ehli değilsen Uyanık ol. Daima Uyanık bulun. Allah'tan gönül iste, gönül sahibi ol, bunun için çalış , çabala.

"Arifin uykusu, cahilin ibadetinden çok daha hayırlıdır."

Çünkü onlar zahiren uyurken bile kalpleri daima zikir halindedir. Belki baş gözleri kapalıdır, ama gönül gözleri açıktır. Onların Uykusu ibadetin özü, kulluğun ta kendisidir. O nedenle Hz. Mevlânâ,

"Allah dostlarını tanımak, Allah'ı tanımaktan daha zordur. Velilerin hallerini kendi halinle kıyaslama. Sen bal yersin, zehir olur. O zehir yer, bal olur" der.

HZ. Ömer'in Bizans amirinin getirdiği bir şişe zehri, gül şerbeti gibi içmesi buna çok güzel bir örnektir. zaten Allah dostlarından tecelli eden davranışları, kendi nefsani duygularımızla karıştırdığımız için bu âlemde o mübarek insanları tanımak çok az kimseye nasip olmuştur. Allah dostlarını tanımak, bilmek çok daha zordur çünkü onlar gizlidir. Cenâb-i Hakk ise ayan beyan ortadadır.

Rubaiiler, cilt4. 146:

"Geceleyin yol yürünür, çünkü gece, sırların rehberidir. Gece herkes Uyurken ilâhi aşk sırları, mânâ zevkleri gönle gelir. Çünkü ancak geceleri gönlün kapıları açılır."

Baş gözümüzü geceleri vücudun ihtiyacı ölçüsünde kapatırsak sadece ruhumuz dinlenir. ihtiyaçtan fazla uyku ise ruhu rahatsız, bedeni hasta eder.

Bilindiği Üzere, psikolojik rahatsızlıkları olan çoğu kişi, bilinçsizce kendini uykuya verir veya doktoru tarafından ilaçla Uyutulur. Sebep: hayvani duygularımızın esareti altına giren ruhu, kısa bir müddet içinde olsa rahatlatmaya çalışarak şu fani âlemin tasa ve sıkıntısından kurtarıp dinlendirmektir. Fakat buda yanlış anlaşılmasın!

Söz konusu olan Uyku, nets elinde çaresiz kalan ruha sadece geçici, suni bir rahatlık verir. Asla kalıcı bir Çözüm veya bedenimiz için gerçek bir şifa değildir. Suni teneffüs halinde, ne kadar reel bir yaşam içerisinde alabiliriz ki? Gerçek ruh huzuru, Ashâb-ı Kehf gibi dünyaya karşı uykuda almakla elde edilir.

Az uyumak da, ancak zikir, fikir, şükür ile birleştirdiğiniz de bize şifa olacaktır. Geceleri kendi kendimizle kavga ettikten sonra sabah az uyudum diye isyan edip maddi manevi huzur ve şifa bekleyemeyiz.

Rejimle riyazet bir olmadığı gibi, rahmani olan uyku ve uyanıklıkla nefsani olan uyku ve uyanıklık bir değildir.

Mesnevi, cilt 4, 3788:

"Bozulanlar, değişenler bedene ait olan duygu ve huylardır. Değişim yeri bedendir. Ölümsüz olan ruh parlak ilâhi bir güneştir. Güneş gibi olan a ruh hiç değişmez, bozulmaz, başka şekle bürünmez. 
Hastalık, Uyku, ağrı, sızı gibi sıfatlar bedene aittir. Ruhun bu sıfatlarla ilgisi yoktur. Ruh fâni alan bu sıfatlardan temizlenmiştir.

Derler ki,
"Gönül adamlarından biri, bir tekkede birkaç gün misafir olmuş. Her gün on adamIn yediğini yiyip bütün gece uyumuş ı bütün günde konuşmuş. Oradaki dervişler, o kişinin çok yiyip çok uyuyup Çok konuşmasından rahatsız olmuş ve şeyh efendiye şikayet etmişler.

Şeyh efendi şikayet edilen kişiyi yanına çağrp şöyle demiş.

"Erenlerin yolunun esası az yemek, az uyumak ve az konuşmaktır. Sen ise tam tersini yapıyor, bu halinle tekkeye yük oluyormuşsun."

Misafir, şeyhi dinledikten sonra,

"Eğer benden size şikâyetçi olan dervişler irfan sahibi olsalardı, şikayet yerine teşekkür ederlerdi. Zira bizim yediğimiz yemek değil, sadece nurdur. Biz geceleri uyumaz, sadece huzura yükseliriz. Ayrıca boş konuşmaz, sadece hikmet söyleriz."

Sözün özü şu ki, bu kemale Ulaşmamış kişiler için çek yemek, çok uyumak, çok konuşmak büyük bir kayıptır"

Bu menkıbe,
"Ârifin uykusu ibadettir. Cahilin ki kabahattir. Ârif yer, nur olur. Cahilin ki zulmettir" sözünü doğruluyor.

15.07.2014

KAMÇILANMALI!!




9 Aralık 1914 gecesi, Edison'un fabrikası bir yangında enkaz haline gelmiş; bir hayat boyu süren emek ve gayretlerinin neticesi adeta bir kaç saat içinde kül olmuştu.

O soğuk kış gecesi, yangın kontrol altına almaya çalışan itfaiyicileri seyreden Edison, büyük bir şaşkınlık içindeydi.

Ertesi sabah, fabrika ankazını gezen Edison'un bu büyük felaketi şu sözlerle değerlendirdiği görüldü:

-Bir felaketin de büyük bir değeri vardır.

Bütün hatalarımız yandı, gitti.

Allah'a şükürler olsun, şimdi yeniden başlayabiliriz.

Yangından 3 hafta sonra, Edison ilk gramafonu piyasaya sürdü. Bu başarıda inanç ve azmini, büyük bir felaket karşısında bile kaybetmeyip sürdürmesinin payı çok büyüktür.


14.07.2014

Girne Amerikan Üniversitesi ile Kıbrıs’ı Kazan, Kıbrıs ve İngiltere’de oku!



Girne Amerikan Üniversitesi, "Kıbrıs’ı Kazan, Kıbrıs ve İngiltere’de Oku" sloganı ile bütünleşen ve yurtdışı kampüsleriyle de öğrencilerine üç farklı kıtada eğitim fırsatı sunan öncü bir üniversite.

Eğitimde mobiliteye verdiği önem ve uluslararasılaşma sürecinin bir göstergesi olarak Girne Amerikan Üniversitesi; İngiltere, ABD ve Hong Kong’dan sonra küresel kampüslerine bir yenisini ekleyerek Türkiye’de İstanbul yerleşkesini hizmete açmıştır. Bu süreçte Girne Amerikan Üniversitesi, öğrencilerine 3 farklı kıtada eğitim imkânı sunmakta ve "Üç Kıta Tek Üniversite" sloganı ile de bir dünya üniversitesi olma noktasında bir hareketlilik içerisinde olduğunu kanıtlamaktadır.


Kazandıkları ÖSYM bursları ile GAÜ’ye yerleşen öğrenciler, Girne Amerikan Üniversitesi’nin yurtdışı yerleşkelerinde aynı burslarla ve ek ücret ödemeden programlarıyla uyumlu dersler yada ELA’da (English Language Academy) İngilizce dil eğitimi alıyor; geri döndüklerinde ise yurtdışında aldıkları dersleri GAÜ programlarındaki ders yükümlülükleri yerine saydırarak eğitimlerine devam edebiliyorlar.

Eğitimde 30 Yıl...

Geçtiğimiz günlerde görkemli bir törenle 30. Onur Yılı’nı kutlayan Girne Amerikan Üniversitesi için bu sene oldukça özel bir yıl. GAÜ, 2014-2015 Akademik Yılında tam 2260 yeni öğrencisine 7 yıl boyunca kesintisiz ÖSYM Bursu verecek.

GAÜ sosyal ağlarda da çok aktif; bu sene tercih dönemi boyunca facebook.com/girneamerican üzerinden tüm kampüsler ve öğrenci hayatı ile ilgili herşeyi paylaşıyorlar ve tüm sorulara resmi sayfa üzerinden cevap veriyorlar. Twitter takipcilerini de unutmamışlar @girneamerican üzerinden en güncel paylaşımları takip edebilirsiniz.


GAÜ, şu anda küresel dünyanın yükselen meslekleri Denizcilik, Havacılık, Sahne Sanatları, Hukuk, İleri Mühendislik Disiplinleri, Güzel Sanatlar, Mimarlık, İç Mimarlık, Uluslararası İşletme, Uluslararası İlişkiler, Psikoloji, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik, Türkçe Hukuk, Çin Dili ve Edebiyatı, Gastronomi ve Mutfak Sanatları, Sınıf Öğretmenliği, Sağlık Yönetimi, Ergoterapi, Enerji Sistemleri Mühendisliği, Ebelik, İnşaat Mühendisliği ve Sivil Havacılık Ulaştırma İşletmeciliği, Pilotaj gibi programları barındıran; 9 Fakülte, 6 Yüksekokul, 2 Enstitü ve  2 Meslek Yüksekokulu’nda olmak üzere , 69 Lisans 21 Önlisans 48 Yükseklisans ve 17 Doktora programı sunmakta.

GAÜ’den saygın dünya üniversiteleri ile akademik işbirliği ve değişim programları fırsatı!

Girne Amerikan Üniversitesi, kampüsleri ve 200’ü aşkın dünya üniversitesiyle sürdürdüğü öğrenci değişim programları kapsamında, öğrencilerine yaşam boyu hatırlayacakları deneyimlerin kapılarını açmakta.


Uluslararası Denklik ve Tanınma

Girne Amerikan Üniversitesi sağladığı eğitimin kalitesini sürekli olarak geliştirmek için akreditasyonlarını ve üyeliklerini yenilemektedir. GAÜ yerel olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordınasyon Kurulu YÖDAK ve Türkiye Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından tanınmaktadır. Ayrıca dünyanın bir çok saygın denklik kurullarından akredite olan GAÜ’nün bir çok uluslararası üyeliği de bulunmaktadır.


Girne Amerikan Üniversitesi Eduniversal’ın En İyi Üniversiteler sıralamasında yer almaktadır. Avrupa Birliği Yükseköğretim Sistemi içerisinde üniversite eğitimini denetleyen uluslararası eğitim kuruluşu Eduniversal, 153 ülkeden 12 bin yükseklisans programının incelenmesi ve 100 bin öğrenci ile yaptığı “En İyi Yükseklisans Eğitimi Veren Üniversiteler” araştırmasının sonuç raporuna göre GAÜ "En İyi Yükseklisans Eğitimi Veren İlk 100 Üniversite" arasında gösterilmektedir.

GAÜ, YÖK onaylı programlarıyla geleceğin pilotlarını yetiştiriyor


4 yıllık Pilotaj eğitimi alan öğrenciler, GAÜ İstanbul Yerleşkesi Uluslararası Havacılık Akademisi’nde similatör ve uçuş derslerini tamamlayarak Pilot olma hakkını kazanıyorlar. GAÜ’nün, uluslararası standartlarda verdiği eğitimle yetiştirdiği öğrenciler, önümüzdeki 20 yılın en gözde mesleklerinden biri olan havacılık sektöründe kolaylıkla iş bulabilecekler.

Kıbrıs, dünyanın en güzel adalarından biri!

Kıbrıs Dünya’nın en güzel adalarındandır ve iklimi sayesinde bir tatil ülkesinde eğitim alma şansınız var, üniversite kampüsü plajlara çok yakın mesafede bulunmakta ve kampüse çok renkli bir yaşam hakim. GAÜ, adanın en turistik sahil kenti olan Girne’de kendisine özel plaj ve uygulamalı 5 yıldızlı oteli ile öğrencilerine eşi benzeri olmayan bir eğitim fırsatı sunmaktadır.

Peki kampüste hayat mı nasıl? Tanıtım filmleri için youtube.com/girneamerican ve vimeo.com/girneamerican
Bir boomads advertorial içeriğidir.

BIRAKABİLMEK


Konfüçyüs, bazı insanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun, bunu örneklerle göstermek olduğunu biliyordu. Bu yüzden sınıfın tam karşısına geçip eline bir vazo aldı ve tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde ise bir elma vardı. Öğrencilerin meraklı bakışları arasında, elmayı vazonun içine bıraktıktan sonra, vazoyu yere koydu ve şöyle dedi:

-Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, onu yiyebilir.

Çocuklardan biri açıkmıştı, ilk o davrandı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu. Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalışıyor, ancak başaramıyordu.

-Elimi çıkaramıyorum!

Konfüçyüs:

-Elmayı sık sıkı tutmaktan vazgeçmediğin sürece, elini çıkarman mümkün olmayacak.

Çocuk elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda bırakmak zorunda kaldı. Elini vazodan çıkardığında, yüzünde şaşkınlık okunuyordu.

Konfüçyüs, vazoyu ters çevirdi ve elma vazonun içinden yuvarlanıp avucunun içine düştü. Çocukların hepsi gülmeye başladı. Aslında o kadar basit bir şey ki bu!

Konfüçyüs,

-Fakat bu, göründüğü kadar basit değil. Bazen bir şeyi gerektiğinde bırakabilmek, zor bir iştir. Onu bırakabilmek de beceridir.

Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız. Eğer yanlış bir şey yapıyorsanız, o zaman buna son vermelisiniz. Eğer kendinize ve başkalarına karşı dürüst davranmıyorsanız, bu hilekarlığı hemen durdurmalısınız. İşte, ancak o zaman hedefinize ulaşabilirsiniz' dedi.


13.07.2014

HUZURUN KIYMETİ


Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam Padişahın huzuruna çıktı.


-Müsaade buyurursanız ben onu sustururum' dedi. 

Padişah da,

-Lütfetmiş olursunuz' dedi.

Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle bir kaç kere suya battı çıktı. Sonra yakaladılar, gemiye tekrar çıkardılar. Köle bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.

Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü.

-Bu işteki Hikmet nedir? diye sordu. Yaşlı adam cevap verdi:

-Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selametin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felaket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez.'


11.07.2014

ALFRED NOBEL - NOBEL ÖDÜLLERİ


Dinamitin Mucidi.....



Ailesinin hayatı borç harç içinde geçti. Gırtlağa kadar borç içinde bir parça ekmeğe hasret babası, "Ben mahvoldum" dedi. Kalabalığa katılmayı sevmiyordu. Tören, ziyafet ve yapmacık övgülerden uzak durdu. Kibirli değildi. Sorgulayan bir kişiliği vardı. Bu adam için "asık suratlı" dediler, ama asık suratının arkasında merhametli ve duygusal bir dünyanın gizli olduğunu da söylediler. Nobel ödülünü o başlattı, öldüğü Zaman 350 patentin ve dünyanın dört bir yanında binlerce Çalışanı olan şirketlerin sahibiydi.

VASİYETİ: "Bütün sermayemin insanlığın hayrına kullanılmasını istiyorum. İşletmelerimizin her yıl getireceği gelir o yıl içinde insanlığa en çok yardımı dokunan kimselere verilecektir. Bu gelir beşe bölünecek. Bir payı fizik alanında en önemli buluşu yapana, bir payı en önemli kimyasal keşif yapana, bir payı tıp ya da fizyoloji alanında en önemli Çalışmayı bitirene, bir payı edebiyat Çalışmalarında en önemli eseri verene ve bir payı da uluslar arası barış ve kardeşlik alanında orduları ortadan kaldırmak, sayılarını azaltmak; barış ve huzur adına konferanslar ve toplantılar düzenlemek için çalışan bir kişiye verilecektir"



Dünyada hiç kimse bilim adamına onun kadar değer vermedi, "ruhsuz, gaddar" dedikleri adam ortaya an büyük ödülü koydu, sırf bilim ve barış adına. Hatırlarnızdan hiç çıkmayacak insanlardan birisi de Alfred Nobel'dir. Böyle insanlar nadir de olsa bizlerin çevresinde de vardır. Kendi dünyalarında yaşarlar, ama herkesin dünyasında yaşamaya hevesli alanlardan bin kat daha hayırlıdırlar. Patırtı gürültüyü sevmezler; bu insanlar, üst veya alt komşunuz olsa dairelerinin boş olduğu hissine kapılırsınız. Eğer başarabilirseniz bu tür insanlarla tanışmak menfaatinize olacaktır.

Bir şey yapmıyormuş gibi görünürler, bir müddet sonra televizyon ekranlarında ödül alırken görürsünüz; kimseyi rahatsız etmek istemezler, rahatsız edilmekten de nefret ederler; duyarsız. umursamaz görünürler ama sizden daha soğukkanlılıkla ortaya somut çözümler koyarlar. Kısacası adam gibi insanlardır. İşte bunlardan birisi Alfred Nobel'dir.

Alfred Nobel 1833'te Stockholm 'da doğdu. Fakir bir ailenin çocuğuydu. Dört kardeştik. Biri bir yerde, diğerleri başka yerdeydi. Baba İman vel Nobel, ekmek parası için Rusya'nın Petersburg şehrine gittiğinde karısı ve dört çocuğu geride bırakmak zorunda kalmıştı. Ancak 5 yıl sonra ailesini yanına alabildi. 0 kadar uğraşıp didinmesine rağmen girdiği işlerde iflas ediyordu. Dikiş tutturamayacağını anlayan adam sonunda ailesini de alarak memleketi Stockholm 'e döndü. Alfred Nobel bu hengâme içerisinde 28 yaşına gelmiş, fizik ve kimyada yetenekli olduğunu göstermişti.

Ailece Stockholm'e döndüklerinde Alfred, kimya üzerinde ciddi ciddi çalışmaya başladı. öte yandan Baba Nobel, ailesinin geçimini sağlamak için çırpınıp duruyordu. Bir işi daha henüz kurar kurmaz iflas edip ne yapacağını kara kara düşünüyordu. Oğlu Alfred de gecesini gündüzüne katarak kimya laboratuarlarında çalışıyordu.

Alfred Nobel, özellikle patlayıcılar üzerinde çalışıyordu. Kömür ve diğer kıymetli madenlerin çıkarılmasında , tünellerin açılıp, köprülerin yapılmasında ve tarım alanlarının düzenlenmesinde dev kayalar büyük engeldi. Bunlar kısıtlı imkânlarla, binlerce emek harcanarak kırılabiliyordu. Alfred Nobel 1865'te dinamiti bularak insanları zahmetlerden kurtardı, ama bu uğurda da deneyler sırasında patlayan laboratuarda kardeşini kaybetti.

Dinamiti bulduktan sonra Avrupa'nın çeşitli kentlerinde laboratuarlar kurdu. Bu gelişmelerden gelir elde edip ailesine büyük katkıları dokundu. Lastik teknolojisi ve sentetik maddelerin geliştirilmesi Alfred sayesinde oldu. Şu an bile dünya ekonomisinde etkinliği olan şirketleri kurdu: Fransa'da "Societe Chemical", Norveç'te "Dyne industries."

Alfred Nobel, zamanının en güçlü patlayıcısını bulmuştu. Dinamiti bulduğu için eleştiri oklarını Üzerine çekti. Ama o nereden bilebilirdi ki, kötü niyetle de kullanılacağını 0 Zamanın şartlarında sert kayalar ve cisimlerin parçalaması gerektiğinden büyük emekler harcanıyordu. Nobel de, bu soruna çare buldu. Zaten bu tarihten sonra tünel, köprü ve benzeri inşaat sektöründe insanların lehine gelişmeler oldu.

GARİP BİR ADAMDI

Alfred Nobel gizemli yönleri olan bir adamdı. Onun için "asık suratlı", "gaddar ' "duygusuz" diyenler oldu. Ölmeden önce bütün servetini bilim ödüllerine bağışladığında da aynı insanlar, arkasından "deli, enayi" dedi. Tıpkı bizdeki "namuslu namussuz" tiplemesi gibi

Bazen insanları anlamak mümkün değil. Belki çoğu zaman anlamak mümkün değil de, o çoğu zamanların bir kısmında da aldırış etmemeye Çalışırsınız. Alfred Nobel kararını verip, bütün servetini ödül uğruna bağışladığında, "Ne yapıyorsun sen, bari bir kısmını ver" diyenlere, "çekilin önümden" der gibi rest çekti, İsveç Kralı bile bu fedakâr adama kafadan çatlak olduğunu söyleyecek kadar kafadan çatlaktı. Kral,

"Bu ödül saplantısını kafadan manyak sekreteri Kinsky soktu."

deyip adamcağızın vasiyetini kanun yoluyla bozdurmak için Alfred'in yeğeni Erman vel'i Rusya'dan çağırttı. Ancak Emanuel,

"Amcam çok güzel vaziyette bulunmuş, tartışılacak bir şey yok." diyerek, Alfred Nobel gibi bir adamı yeğenine yakışır tavır sergiler. Böylece Emanuel, kralı dinlemeyerek Nobel ödüllerinin önünü açmış olur.

Alfred Nobel'in vasiyeti üzerine kurulan Nobel ödüllerinin sayısı başlangıçta fizik, kimya, tıp, edebiyat ve barış olmak Üzere beşti. Daha sonraları İsveç Bankaları 1968'de Alfred Nobel'in anısına "Ekonomi Ödülü'de ekledi.

İsveç Bilimler Akademisi, fizik, kimya, ekonomi dallarındaki Nobel ödüllerini veriyor; Stockholm Karolin Enstitüsü tıp dalındaki ödülü veriyor: Stochalm Akademisi edebiyat ödülünü veriyori Norveç Sterling adlı kuruluş ise beş kişilik bir komisyon eşliğinde Nobel Barış ödülü'nü veriyor.

Nobel ödülünü kazananlar 1mi Iyon dolar yanında birde diploma ve altın madalya alıyorlar. Nobel ödülüne lâyık görülen en genç kişi 25 yaşındaki genç bilim adamı Lawrence Bragg idi. ilk Nobel fizik ödülünü 100 yıl önce "×" ışınlarıyla Wilhelm Röntgen kazanmıştı.

Alfred Nobel'in servetinin tümünü her yıl verilecek böyle bir ödüle ayırmasında özel bir sebep var mıydı?

Evet, vardı. 0 Zamana kadar dünyanın en güçlü patlayıcısı dinamiti bulan Alfred Nobel, bir gün gazetede bir haber okudu. Ölen kardeşini kendisi zannederek

"Ölüm taciri öldü!"

diye başlık atmışlardı. Oysa ölen Alfred değil, Ludwig'ti. Bu haber onun çok zoruna gitti, öldükten sonra ölüm taciri olarak mı anılacaktı. Bu korkunç bir şeydi. O , insanlık için bir şeyler bulmaya çalışırken, böyle tanınmış olması kabul edilemez bir şeydi. Bu yüzden tüm servetini ve servetinden sağlanacak gelirlerini bilime ve barışa adadı.

Kendisi İngilizce, Rusça, Fransızca ve Almanda'yı çok güzel konuşuyor ve yazabiliyordu.Alıngan bir kişiliğe sahipti. Tören ve benzeri kalabalık yerlerden sıkılırdı. Çekingendi fakat o derece de insanlığın sorunlarına kafa yorardı. Kazandığı muazzam servetini hayır uğruna vermekte tereddüt etmedi.

Paris'te tezgahtar bir kıza aşık olmuş, evlenmeyi düşünmüştü. Ne yazık ki tanışmalarından kısa bir zaman sonra kız öldü. Bu "gaddar" , "duygusuz" dedikleri adam gözyaşlarını tutamamıştı. Uzun süre, kızın oturduğu Paris'in yoksul mahallesine gitti, geldi. Hatta, dünyanın şan, şöhret ve paraya boğduğu Alfred Nobel'in, 0 seviyedeyken bile Paris'in yıkık, dökük, perişan bir kenar mahallesinde görülmüş olmasına kimse o zaman bir anlam verememişti. Fakat sonra hafızalar tazelendiği de onun bir zamanlar sevip, aşık olduğu kızın bu semte oturduğu anımsandı. Bu tuhaf- duygusal adam Paris'in bu yoksul semtinde bulunan ırmağın kenarına gider, burada bir müddet oturduktan sonra hemen yanı başında bulunan köprünün üzerine çıkıp öylece bir noktaya bakar dalarmış i onunla, dönüşünde yolda karşılaşanlar bu içli adamın gözlerinin hüzünle yaşarmış olduğuna tanık olurlar.

Alfred Nobel, bir müddet sonra yani 1896'da yalnız yaşadığı san Roma'daki evinde vefat etti.

İşte hayatı yokluk içinde başlayıp da, muazzam servete kavuşan yalnızlık içindeki adam gibi bir insanın hikayesi de böyle.

l. Famous Man. (Büyük Adamlar) Stuar Sewell 1960

2. Bir dahinin Hayatı William Meadow. Nebioğlu.

Zorluklara Rağmen BAŞARANLAR → Ö. Faruk Recai