31.12.2014

BİR YILBAŞI HEDİYESİ


Adam 3 yaşındaki kızını, gayet pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı.




Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı.
Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip:

"Bu senin babacığım.." dediğinde çok üzüldü.

Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına?
Bir gece evvel yaptığından utanarak, kutuya açtı. Fakat kutunun içi boştu.

Kızına yine çıkıştı:

"Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?"

Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı.

"O kutu boş değil ki baba! İçini öpücüklerle doldurmuştum!..."

Babası o kadar çok üzüldü ki, koştu, kızına sarıldı. Beraberce ağladılar.

Adam o kutuyu ömrünün sonuna kadar sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızını sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerden birini çıkarırdı.

Aslında bütün insanlara böyle bir kutu mutlaka verilmiştir.
Zor zamanlarda bu kutuyu çıkarıp içine bakabilmeyi başarmak, mutluluğun anahtarlarından biri olsa gerek.

27.12.2014

HANGİSİ OLMAK İSTERSİNİZ?


Başarılı insan, "Bir şey olacaksa, benim sayemde olacak." der.

Başarısız insan, "Hiçbir şey benim elimde değil." der.

Başarılı insan, düşlerini gerçeğe dönüştürür,

Başarısız İnsan, gerçeği düşlerine dönüştürür.

Başarılı insan, "Araştırıp öğrenelim." der,

Başarısız insan, "Hiç kimse bilmiyor" der.

Başarılı insan, çözümün parçasıdır,

Başarısız insan, sorunun Parçasıdır.

Başarılı İnsan, başarısız olmaktan korkmaz,

Başarısız İnsan, başarılı olmaktan korkar.

Başarılı insan, başarısız insandan daha çok Çalışır,

Başarısız insan, her zaman çok meşguldür.

Başarılı insan, "Hata yaptım." der,

Başarısız insan "Benim suçum değildi." der.

Başarılı insan isteyerek yapar,


Başarısız insan mecbur olduğu için yapar.

Başarılı insan zaman yaratır,

Başarısız insan zamanı boşa harcar.

Başarılı insan söz verir,

Başarısız insan vaat eder.

Başarılı insan, "Yapacağım" der,

Başarısız insan, "Yapmaya çalışacağım." der.

Başarılı insan, "İyiyim ama daha da iyi olabilirim." der,

Başarısız insan, "Çoğu insanın olduğu kadar kötü değilim." der.

Başarılı insan dinler,

Başarısız insan konuşma sırası kendisine gelsin diye bekler.

Başarılı insan, başkaları doğru şeyler yaparken görür,

Başarısız insan, başkalarının yanlışlarını yakalar.

Başarılı insan başkalarından ders alır,

Başarısız İnsan başkalarından alır.

Başarılı İnsan fırsatları görür,

Başarısız insan sorunları görür.

Başarılı insan eylemde bulunur,

Başarısız İnsan konuşur.

Başarılı insan bedel ödemeye hazırdır,

Başarısız insan gümüş tabakta sunulmasını bekler.

26.12.2014

SUNAY AKIN'DAN BİR KIZ KULESİ ÖYKÜSÜ



1827 yılında Almanya 'nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk dünyaya gelir. Babası Müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde baş gösteren huzursuzluklardan dolayı bir Fransız yetimhanesine gönderilir.
Daha sonra gemilerde miço olarak çalışır. Hamburg'tan kalkan bir gemiyle İstanbul'a giderken henüz 12 yaşındadır.



Gemi İstanbul'a geldiğinde denize atlayan Karl, Kız Kulesi'ne yüzerek kaçar. Kendisini kurtaran Kız Kulesi'nin bekçisine, gemiye geri dönmek istemediğini söyler. İki ülke arasında küçük bir politik sorun yaşanır.
Ama Osmanlı Sadrazamı Ali Paşa sorunu çözer ve Karl'ı korumasına alır.
Karl, Mehmet Ali adını alır. Mehmet Ali, Kırım, Bosna, ve karadağ savaşlarından sonra 2. Abdülhamit döneminde paşa unvanını alır.

Mehmet Ali Paşa, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması'nda Osmanlı'yı temsil eden üç kişiden biri olur.
Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve Arapça dillerinde şiirler yazan Mehmet Ali Paşa'nın dört kızı Olur. Paşa'nın Leyla adındaki kızının da bir kızı dur: Celile.

Celile bir erkek çocuk doğurur:

Şair Nâzım Hikmet!

Görüldüğü gibi Karl'dan Nazım'a uzanan hikâyenin gösterdiği gibi, Kız Kulesi'nin her zaman hikayeleri vardır.

Eğer Kız Kulesi Karl'ı kurtarmasaydı, Nazım olmayacaktır....


25.12.2014

BLOG HARİTASI




Sevgili Blogger Arkadaşlar,

Blogger Haritası, birbirimize daha kolay ulaşabilmemizi sağlayacak 
ve etkinlik planlamalarında bize yol gösterecek bir kaynak olacak.

Sizlerinde desteğiyle özellikle "Blogger Buluşmaları"nda aynı şehirdeki 
arkadaşlarımıza ulaşmamızı kolaylaştıracak bir liste...

Hangi blog, hangi şehirde hatta ülkede, 
Kısaca  "Blogger Haritası"...

Bu listede olabilmek için öncelikle birkaç dakikanızı ayırarak
 "Blogger Tanıtım Formu"nu doldurmanız gerekmektedir. 
Daha sonra gelişmelerden haberdar olmak adına benim sayfamı takibe almalısınız. 

Blog tanıtımında bir de fotoğraf olsun derseniz, blog adınızla birlikte 
"hicranu@hotmail.com" adresine fotoğraf gönderebilirsiniz.

İsteyen arkadaşlar daha çok bloggera ulaşmak için kendi bloglarında bu çalışmadan bahsederek link verebilirler.

Katılımınız için şimdiden teşekkürler...

TEB’den Altın Çağı Fırsatı


Düğünlerde topladığımız ya da birikim yapmak amacıyla satın aldığımız altınlarımızı ve altın takılarımızı evde saklamak hiç de mantıklı bir hareket olmamakta. Ancak bankada kasa açtırsak yıllık kasa kirası vermek durumunda kalacağız. Üstelik altınlarımız kasada olduğunda heran elimizin altında olma şansı olmamakta.



 Bu devirde en doğru hareket altınları altın hesabında değerlendirmek. Ancak altın hesabında da belirli gün ve şube kısıtlaması vardı. Ancak TEB Altın Çağı ile artık bu kısıtlamaları ortadan kaldırdı. İster çeyrek altın, ister cumhuriyet altını olsun, ister bilezik ister kolye olsun tüm fiziki altınlarınızı istediğiniz zaman istediğiniz şubeye getirip anlaşmalı kuyumcular vasıtasıyla saf altına dönüştürebilirsiniz ve altın hesabınızda güvenle saklayabilirsiniz.

TEB Altın Çağı ile altınlarınız güvende dururken kasa ücreti ve hesap işletim ücreti ödemezsiniz. Üstelik dilediğiniz zaman İnternet şubesinden, ATM’lerden ve çağrı merkezlerinden nakit paraya çevirebilirsiniz. Hatta Vadeli Altın Depo hesabı açtırarak altınlarınızın durduğu yerde değer kazanmasını da sağlayabilirsiniz.


TEB Altın Çağı sisteminden yararlanmak için TEB müşterisi olmanız ve TEB Altın Hesabı açtırmanız gereklidir. Bir de bankada bir form doldurmanız...Sonrasında sahip olduğunuz altınları çalınma riski olmadan, tarihi geçip de değer kaybetme derdi olmadan kolayca saklayabilirsiniz.

İYİ EVLAT


Çok eski zamanlardan birinde kötü bir âdet varmış.

Yaşlılar artık iyice ihtiyarlayıp iş yapamaz duruma geldiklerinde Ormana götürülür. Orada yırtıcı hayvanlara bırakılırmış.

Böylece zaten az olan yiyeceklerin, Çalışan gençlere yetmesi sağlanmaya Çalışılımış. İhtiyarları belli bir yaştan sonra evde tutmak yasak olduğundan kimse yaşlı anne babasını evde gizleyemez, komşusu görüp ihbar edecek diye korkarmış.

İşte bir gün yaşlılardan birini oğlu ormana götürüp bırakmak istememiş. Kış mevsimiymiş. ihtiyar, oğul ve küçük torun beraberce ormana gitmişler. İhtiyarı bırakmış dönüyorlarmış ki, oğul babasını 0 şekilde bırakmaya razı olmamış. Dönüp babasının ellerini Çözmüş. Alıp eve geri getirmiş. Samanlıkta saklayıp her gün ona gizlice yemek vermeye başlamış.

Bir süre sonra köyde hayvanlar arasında bir hastalık yayılmış. Hayvanlar birbiri arkasından ölüyormuş. İhtiyar oğluna şöyle demiş:

"Hastaları iyilerden ayır. Onlara şu, şu otlardan ilaç hazırla. Sağlıklılara da şöyle şöyle yap."

Oğlan ihtiyar babasının dediklerini yapmış. Gerçektende Onun hayvanları arasında ölüm Azalmış. Çoğu kurtulmuş.

Bayram geldiğinde her sene olduğu gibi, 0 senede köy halkı kurbanlar kesmeye başlamış. İhtiyar oğluna şu öğüdü vermiş:

"Köyde hayvan çok azaldı. Seninde fazla hayvanın yok. Bu sene kurban kesme."

Gerçekten de bir iki ay içinde bütün köy tarlalarda çalıştırılacak hayvan sıkıntısı Çekmeye başlamış. Ama ihtiyarın öğüdünü dinleyen gencin hayvanı varmış.

ilkbahara doğru köyde artık ekmek yapacak tahıl bile kalmamış. Ama asıl sorun, tohumluk olarak kullanabilecek kadar bile tahıl olmamasıymış. Tarlaya ne serpeceklerini, gelecek senenin mahsulünü nasıl hazırlayacaklarını bilemiyorlarmış. İhtiyar bu konuda da oğluna öğütvermiş:

"Yavrum ahırın Catısı samanla doldurulmuştur. Onları çıkar, yeniden döv. Oradan tohumluk buğday çıkarabilirsin"

Oğlan, ihtiyar babasının dediği gibi yapmış. Köyde tohumluğu olan tek aile onlar olmuş.

Bütün köy halkı bu gencin büyücü olduğunu düşünmeye başlamış. Öyle ya, herkesin işi kötü giderken, bu evde garip bir şekilde kötülüklere bir çare bulunuyormuş. Evi gözlemeye başlamışlar. Sonunda da gerçek anlaşılmış, ihtiyar babanın hala yaşadığı ortaya çıkmış.

Köylüler genci krala şikayet etmiş. Kral önce yasalarını hiçe sayan gence kızmış.
Ama olup bitenleri dinledikten sonra iyi ve yerinde bir öğüdün çok şeyi değiştirebileceğini kabul edip, ihtiyarlarla ilgili yeni bir kanun çıkarmış.

"Bundan böyle Çocuklar, anne ve babalarına yaşlılıklarında bakacak. Onların gönlünü hoş tutacaklar. Çünkü onların hayat deneyimlerinden her zaman için öğrenebilecekleri şeyler var."

24.12.2014

MUSA ALEYHİSSELAM DAN KISSALAR-2


CENNETTE KOMŞUM OLACAKSIN...

Musa Aleyhinelan bir gün:

"Ya Rabbi, cennette benim komşum kim olacak, bana bildir de gidip onunla görüşeyim." dedi.

Musa Aleyhisslam'a şöyle vahyedildi:

"Falan beldeye git! Orada çarşının başında bir kasap dükkânı var. 0 dükkânın sahibi olan kasabı gör! 0 veli bir kulumdur. Yalnız bilesin ki, onun çok önemli bir işi vardır. Çağırırsan gelmez. İşte o senin cennetteki komşudur."

Musa Aleyhisselam hemen bildirilen yere gitti. Kasabı buldu ve ona:

"Ben sana misafir geldim." dedi.

Kasap Musa Aleyhisselam'ı tanımıyordu. Ona "Hoş geldin." deyip bir kenara oturttu.

Dükkandaki işi bitince de alıp evine götürdü. Evinin başköşesine oturtup çok ikramda bulundu. Musa Aleyhisselam, ev sahibini dikkatle takip ediyordu.

Ev sahibi kasabın ocakta çömlek içinde, et pişirdiğini gördü. Pişince çömlekteki eti küçük küçük parçalara ayırdı. Bunları bir tabağa koyup, bir kenara bıraktı. Sonra bir et parçası daha çıkartıp, onu da misafiri Musa Aleyhisselam'a ikram ederek dedi ki:

"Benim önemli bir işim var. Sen beni bekleme yemeğini ye! Sonrada yanından ayrıldı. Önemli bir işim var deyince, Musa Aleyhisselam, önemli işi nedir diye merak etti ve gizlice kasabı takip etti.

Kasap Musa Aleyhisselam'in yanından ayrıldıktan sonra, yandaki adaya geçti.

Duvarda asılı duran büyük bir zembili indirdi. Zembilde çok ihtiyar, mecalsiz bir kadın vardı. Kadına küçük küçük parçaladığı etleri yedirdi. Karnını güzelce doyurduktan sonra, altındaki kirlenmiş bezleri aldı,  yerine temizlerini koydu. Sonra kirli bezleri yıkayıp astıktan sonra ellerini yıkayıp Musa Aleyhisselam'ın yanına geldi. Daha yemeğe başlamadığını görünce sordu.

"Niçin yemeğe başlamadınız? "

Musa Aleyhisselam:

"Sen bana zembildeki sırrı söylemedikçe bir lokma bile yemem,' dedi

"Mademki merak ettin anlatayım: 

Ey misafir, zembildeki benim yaşlı annemdir. Çok yaşlı olduğu için takatten düştü. Evde bakacak başka kimsem de yok. Evleneceğim, fakat hanımım annemi incitir, Onu üzer diye evlenemiyorum. İşe gittiğimde herhangi bir hayvanın kendisine zarar vermemesi için onu gördüğün gibi bir zembile koydum. Her gün gelip iki öğün yemek yediriyorum. Diğer hizmetlerini de görüp gönül rahatlığıyla işime gidiyorum.'

Bunun üzerine Musa Aleyhisselam dedi ki:

"Ancak anlamadığım bir şey daha var. sen annene yemek yedirip su içirdikten sonra, dudaklarını kıpırdatıp bir şeyler söyledi, sende "Amin" dedin. Annen ne söyledi ki amin dedin? "

"Annem, her hizmet edişimde "Allah seni Cennette Musa Aleyhisselam'a komşu eylesin" diye dua eder. Ben, hiç ihtimal vermediğim halde, bu güzel duaya amin derim. Ben kimim ki, o büyük Peygamberle komşuluk edebileyim! Onunla komşuluk edebilecek ne amelin var ki.....

O Zamana kadar kim olduğunu saklayan Musa Aleyhisselam, buyurdu ki:

"Ey Allahın sevgili kulu, ben Musa'yım. Beni sana Allah- u Teala gönderdi. Annenin rızasını kazandığın için Cenneti Â' Iâyı ve orada bana komşu olmayı kazandın. 

Kasap hemen kalkıp Musa Aleyhisselam'in elini öptü ve sevinç içinde yemeğini yedi.

MUSA ALEYHİSSELAM DAN KISSALAR-1

PEYGAMBER EFENDİMİZ DEN KISSALAR-1

PERGAMBER EFENDİMİZ DEN KISSALAR-2

23.12.2014

ACELE ARANIYOR...


* " Günaydın" demenin borç para vermek olmadığını,

* "Lütfen" demenin utanılacak bir şey olmadığını,

* " Özür dilerim" demenin küçültücü olmadığını,

* Paylaşmanın kendini azaltmak olmadığını,

* Yüz yüze konuşmanın, arkadan konuşmaktan daha etkili olduğunu,

* Yönetici olmanın emir vermek olmadığını,

* İş yerinde şarkı mırıldanmanın suç . Olmadığını,

* Astarı ile aynı asansöre binmenin asansörü düşürmeyeceğini,

* Saygının el pençe divan durmak olmadığını,

* Gülmenin laubalilik olmadığını,

* Saygı duyulacak ve duyulmayacak iş diye bir ayrımın olmadığını,

* Yöneticiye duymak istediğini söylemenin iyilik olmadığını,

* Eğitimin dinlenme olmadığını,

* İletişim kurmanın yalnızca konuşmak olmadığını,

* Yaşamda sevinçler kadar hüzünlerin de olduğunu,

* Mutluluk maskelerinin satılmadığını,

* Kendisi ve tüm dünya ile barışık,

* Ve bunları tüm çevresine anlatıp aşılayacak,

            BİLEN KİŞİLER ARANMAKTADIR.

GANDHI' DEN 7 GÜNAH


İnsanlar boşuna lider olmuyorlar. 7 günah, Gandhi'den başka kimse tarafından bu kadar güzel özetlenemez herhalde...


Zorladım kendimi bir tanesinin dışında olduğunu vurgulamak için ama olmadı, 7-ölümcül günah listesi ile bu kadar mı örtüşür bir insan...



Hindistan'da Mahatma Gandi'nin mezarını ziyaret eden Erdoğan'a, ülkesinin bağımsızlığı için ömrünü veren bu büyük insanın yazdığı 7 ölümcül sesyal günah listesini armağan ettiler.



Gandi'nin 7 ölümcül günah listesi şöyle:



* ilkesiz siyaset * (politics without Principal)



* Emeksiz zenginlik * ( wealth without work)



* Vicdansız haz * ( Pleasure without Conscience)



* Niteliksiz bilgi * ( Knowledge without Character)



* Ahlaksız ticaret * ( Commerce without Morality)



* İnsaniyetsiz bilim * (Science without Humanity)



* Özverisiz ibadet * (Worship without sacrifice)


22.12.2014

AŞK ENGEL TANIMIYOR


Kız güzel mi güzel, genç yakışıklı mı yakışıklıydı. Hakan ve Hülya birbirlerini sevmiş ve bir flört döneminden sonra evlenmeye karar vermişlerdi. İkisinin de varlık durumu iyi, zengin ailelerin çocuklarıydılar.

Bir gün Hakan ve ailesi Hülya'yı istemeye gittiler, nişan yüzükleri takıldı, evlilik günleri belirlendi.


Günler geldi geçti. Hakan, Hülya'yı aradığı bir zamanda, yemeğini yedikten sonra, onu sinemaya götürmek istediğini söyledi.

Telefonu kapattıklarında Hülya yemeğini yemeye başlarken, mutfakta aniden tüp patladı. Tüpün parçaları Hülya'nın bütün vücudunu delik deşik etti.

Hülya hastanede yoğun bakıma kaldırıldı.

Hakan koşa koşa hastaneye gitmesine rağmen, Hülya onunla görüşmek istemedi.

Yanıttan yüzü öyle kötü bir hal aldı ki, yüzü ve vücuduna bakıldığında insanın ciğeri parçalanıyordu.

Annesi Hülya'nın bu durumuna çok üzülüyor ve
"Kızım, Hakan perişan bir halde. Neden onu görmek istemiyorsun?" diyordu.

"Anne sen bile yüzümün bu haline bakmaya iğreniyesun, beni o güzel halimle hatırlasın. Söyle Ona, her şey bitti. Sakın beni aramasın. "

Hakan bu sözleri duyar duymaz üzüntüyle hastaneden çıktı ve arabasını süratle kullanmaya başladı. Daha sonra Hakan'ın üzücü haberini aldılar. Hakan trafik kazası geçirmiş ve kör olmuştu.

Hülya'nin annesi Hakan hastaneden çıktıktan sonra tekrar kızının yanına gelip ve kızına olanları anlatmış,

"Artık evlenmeniz için hiçbir mani yok. Birbirinize destek çıkmalısınız, bak hem artık seni istesen de göremez" demişti.

Bunun üzerine Hülya, çok sevdiği Hakan'la evlendi.

İki çocukları oldu ve yıllar sonra Hülya kalp krizinden öldü.

Anneleri öldüğü gün çocuklar anladılar ki, babalarının gözleri görmeye başlıyor. Dahası, aslında hiç kör olmamış...

21.12.2014

NEDEN BEN?


Tenisçi Arthur Ashe, 1975'te Wimledon şampiyonu olan ilk siyahi tenisçi unvanını almıştır.


1988 yılında kan nakli sırasında Aids'e yakalanır. Efsanevi tenis oyuncusu Ashe'e dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağar.

Hayranlarından biri şöyle sorar:



"Neden Tanrı böyle kötü bir hastalık için seni seçti?"

Arthur Ashe hayranına şu cevabı yazar:

"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar. 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir.
500. ooo'i profesyonel tenisi öğrenir.
50.000 i yarışmalara girer.
5. 000 i büyük turnuvalara erişir.
50'si Wimledan'a kadar gelir.
4'ü yarı finale, 2'si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya "Neden ben?" diye hiç sormadım.
Ve bugün sancı çekerken "Neden ben?" diye sormak mıyım?"

Başarılarımızda ve başımıza iyi şeyler geldiğinde gerçekten de "Bu neden benim başına geldi?" diye sormayız hiçbirimiz.
O Zaman acı çektiğimizde "Neden ben?" diye sormalı mıyız?

20.12.2014

YAŞADIĞIMIZ HER GÜN ÖZELDİR!


Eniştem, kız kardeşimin tuvaletinin en alt gözünü açtı ve ince kağıda sarılmış bir paket çıkardı.

'Bu ...' dedi, 'sıradan bir çamaşır değil.' 

Kağıdı açtı ve çamaşırı bana uzattı.

Zarif ve ipekliydi. Kenarları elişi dantelle süslenmişti. Astronomik bir fiyat taşıyan etiketi hala üstündeydi.

'Jan, bunu New York'a ilk gittiğimizde almıştı. Nereden baksan sekiz, dokuz yıl olmuştur. Hiç giymedi. Özel bir gün için saklıyordu."

Çamaşırı benden aldı ve cenaze evine götürmek Üzere ayırdığımız diğer giysilerle birlikte yatağın üzerine koydu. Bırakırken eli bir an yumuşak kumaşı okşar gibi oyalandı. Tuvaletin gözünü hızla kapattı ve bana döndü ve dedi ki:

"Hiçbir şeyini özel bir gün için saklama. Yaşadığın her gün özeldir"

Cenazeyi İzleyen günlerde, enişteme ve yeğenime beklenmeyen bir ölümün arkasından yapılması gereken tüm üzücü işlerde yardımcı olurken sık sık bu sözleri hatırladım. Kardeşimin ailesinin yaşadığı şehirden California'ya dönerken uçakta yine bu sözleri düşündüm. 

Kardeşimin göremediği, duyamadığı veya yapamadığı bütün şeyleri düşündüm.

Hâlâ eniştemin sözlerini düşünüyorum ve hayatım değişti.

Artık daha çok okuyor, daha az toz alıyorum. Balkonda oturup bahçemi seyrediyorum, uzayan çimlere aldırmadan.
Ailem ve dostlarımla daha çok vakit geçiriyorum, iş toplantılarında daha az.
Mümkün olduğu kadar sık "hayatın katlanılması gereken bir dertler zinciri yerine zevk alınacak olaylar silsilesi olarak görülmesi" gerektiğini hatırlatıyorum kendime.
Her anın güzelliğini duyumsayarak yaşamak istiyorum. Hiç bir şeyimi özel günler için saklamıyorum.

Kıymetli tabak, çanağını her "özel" olayda kullanıyorum.
Birkaç kilo vermek, tıkanan lavaboyu açmak, bahçemde ilk açan çiçek gibi özel olaylarda. En pahalı ceketimi canım İsterse süpermarkete giderken giyiniyorum.
Teorime göre eğer zengin görürsem, küçük bir torba erzak için a kadar daha rahat ödeyebilirim
Pahalı parfümü özel partiler için saklamıyorum.
Mağazalardaki tezgahların ve banka memurlarının burunları da, en az parti parti gezen arkadaşlarımınkiler kadar iyi koku alır.

"Bir gün" kelimesi dağarcığındaki yerini kaybetti. Bir şey, eğer görmeye, duymaya veya yapmaya değerse, onu şimdi görmek, duymak ve yapmak istiyorum.

Hepimizin "Yaşayacağımıza garanti gözüyle baktığımız yarını görmeyeceğini" bilseydi eğer kız kardeşim, neler yapardı kimbilir? Sanırım aile fertlerini veya yakın arkadaşlarını arardı.
Belki eski birkaç arkadaşını arayıp aralarında geçen sürtüşmeler için özür dilerdi.

Belki bir 6 kotaya en sevdiği Çin yemeğini ısmarlardi. Bunların hepsi birer tahmin. Kardeşimin neler yapamadan öldüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğim

Ya ben?...

Eğer sayılı saatimin kaldığını bilseydim, yapamadığım şeyler olduğu için kızardım.
Yazmayı ertelediğim mektupları yazmadığım için kızardım.
"Bir gün ararım" dediğim dostları görmediğim için kızardım.
Eşime ve kızıma onları ne kadar çok sevdiğimi yeterince sık söylemediğim için kızardım. Artık hayatlarımıza kahkaha ve renk katacak hiçbir şeyi yarına ertelememeye, duygularımı dizginlememeye Çalışıyorum.

Ve her sabah gözlerimi açtığımda kendime o günün "özel bir gün" olduğunu söylüyorum.
Her gün, her dakika, her nefes gerçekten Allah'tan bize bir armağan.

                                                                         ANN WELLS

19.12.2014

KORKU


Bir Hint masalına göre, kediden korktuğu için devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır.

Büyücünün bir fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde, bu kez de köpekten korkmaya başlar.

Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.


Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. Onu eski haline döndürür ve derki,

"Sen cesaretsiz ve korkak bir hayvansın. Sende sadece bir farenin yüreği var. 0 yüzden ben sana yardım edemem."

Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda şöyle diyor:

"İnsanların çoğu sevmekten korkuyor,  kaybetmekten korktuğu için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."

18.12.2014

AŞIK VEYSEL


Anadolu' da bir köy... Güneş batmaya, hava kararmaya başlar... Karanlık iyice çöker köyün Üzerine. Bir kadın ile bir adam yatma hazırlığındalar... Erken yatıp, sabah güneşin ilk Işıklarıyla uyarılacaktır...

Adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir. Evin penceresinden karanlık bahçeye vuran ışıkta, ağaçların arasında bir gölge belirir. Kadın pencereden bakar ve gülümser. Kadının sevgilisi bahçededir.

Tam kararlaştırdıkları gibi sözleştikleri yerde, sözleştirdikleri saatte sevgilisi onu beklemektedir. Kadın, kocasının uyuduğundan emin olduktan sonra sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer ve pencereden atlar.

Başka bir erkek için, kocasını terk eder...

İki sevgili koşarak kaçmaya başlar...

Tarlaları, ovaları aşarlar. Anadolu'da bir köy, nasıl koşmasınlar ki?...
Arkalarından onları kovalayacak onca şey varken hem de.
Namus belası, töre çinayetleri, yoksulluk, cefa, korku....
Bunlar peşlerinde iken elbette durmak olmaz.

İyice uzaklaştıklarına emin olduklarında, soluklanmak için dururlar.
Kadın nefes nefese kalmıştır.
Adama dönüp:

"Evden çıktığından beri, Ayakkabımın içinde bir şey beni rahatsız ediyor."

Çıkartıp bakar ki, ayakkabısının içinde bir tomar para!

Kocası her şeyin farkında...
Biliyor ki, bu kadın gidecek....

"Beni terk edecek... Ama bunca yıl çorbasını içtim... Çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. Bana çok emeği geçti..."

O yoksul köylü, yaban elde muhtaç kalmasın diye, bütün parasını başka bir adam için kendisini terk eden karısının kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu.

O güzel insanı,
O onurlu davranışı sergileyen,
0 terk edilen adamı,
Hepimiz tanıyoruz.

Çünkü 0,
Bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi,

Uzun İnce Bir Yoldaydı, Gidiyordu Gündüz Gece.-.

17.12.2014

KÜBA'DAKİ YASAKLAR LİSTESİ


* Sömürücü ülkelerin bayraklarının yakılması yasak; çünkü onlar yöneticileri değil, o ülkenin halklarını temsil ediyor.


* Karalamacılardan dahi olsa, birinin ölümüne sevinmek yasak; çünkü ailesinin acısına saygı duyulur.

* Birilerinin karşısında diz çökmek yasak.

* Onurunu kaybetmek yasak.


* Gerçekten özgür olmanın gücünü kaybetmek yasak.

* Fidel Castro'nun heykelini yapmak veya adına anıtlar dikmek yasak. Ona tapmak yasak, o yaptığı işleri insanlığın çıkarı için yaptığını, kişisel olarak çıkar sağlamak veya yücelmek için yapmadığını söyler.


* Zaten hak olan bir şey için yalvarmak, dilemek onu bir mükafat gibi görmek yasak.

* Tarihsel düşmanların özel hayatından konuşmak. Bu sebeple meşhur "Clinton ve Monica Lewinsky" meselesi hakkında bir tek Kübalının bile konuştuğu duyulmadı.


* Halkın iktidarına ve yaşayış şekline karşı işler çevirmek veya ona karşı çalışmak yasak.

* Cehalet yasak.

* Marjinallik yasak.

* Kültürel yozlaşmak yasak.

* Çocukların kaderine terkedilmiş bir şekilde sokaklarda uyuması yasak.

* Az sayıda zenginin çok varlığının olması ve çok sayıda İnsanın az varlığının olmasını oluşturacak durumlara devletin göz yumması yasak.

* Dünya üzerinde herhangi bir yerde Üniversite okuma şansı olmayan gençlerin, hayallerine ulaşmak için ne yapacağını bilmeden Çaresiz kalması yasaktır. Bu yüzden ELAM (Latin Amerika Tıp Okulları) kurulmuştur.


* Muayene ve ameliyat parası olanağından yoksun olduğunu için doktora gitme imkanını kaybetmiş insanların olması. Bu sağlık alanındaki problemler sadece Kübalıların problemi olarak değerlendirilmesi kabul edilemez. Bu sadece Kübalıların problemi değildir, dünyada yaşayan kadın- erkek yoksul halkların problemidir. (Küba'nın yaklaşık 30.000 doktoru dünyanın yoksul ülkelerinde hizmet vermektedir; Çevirenin notu).

* Beslenmede yetersiz düzeyin varlığı yasak.

* Çoçuk ölümlerinin olması yasak. Dünyadaki Katolik kilisesinin, dünya üzerinde kurbanlar almaya
devam eden, kondom kullanılarak kaçınılabilecek hastalıkların, okullarda ve gençlik çevrelerinde konuşulmasını ve bunun önlemlerinin uygulanmasını yüzsüzce engellemektedir.

* Dayanışma eksikliği yasak.

* Duyarsızlık yasak.

* İnsanların topluma karşı sevgi ve saygı duymaması yasak.

* Dayanışma ihtiyacı olanlarla dayanışma eksikliği yasak.



* İki yüzlülük yasak.

* Başkalarının alınteriyle birkaç kişinin zenginleşmesi yasak.

16.12.2014

HAYATTAN NE ÖĞRENDİM?..


Mevlana Der ki;

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.

Işığı gördüm, korktum.


Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı 
öğrendim.

Karanlığı gördüm, korktum.

Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...

Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.

Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

Zamanı öğrendim.

Yarıştım onunla...

Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.

Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...

Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.

Sonra güvenmeyi.

Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.

Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu.-.

Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.

Sonra evreni aydınlatabilmek için önce Çevreni aydınlatabilmek Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.

Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.

Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.

Kendime yazıyı öğrettim sonra...

Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.

Sonra dayanamayıp dönmeyi...

Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...

Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.

Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.

Düşünmeyi öğrendim.

Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.

Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...

Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...

Ve gerçeğin acı olduğunu...

Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da "lezzet" kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağınl, ama sadece bazılarının hayatı tadacağım öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.

Olur ya...
Kalp durur...
Akıl durur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
One durur, ne de unutulur...

15.12.2014

İKİ BARDAK SU


Zamanın birinde bir hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş.
Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.

Hükümdarın yaşamda en çok güvendiği, tek akıl hocası bir bilge kişiymiş. Günlerden bir gün, bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:


'Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurlu olsun ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim, benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünürsün?'

Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:

'Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?'

'Verirdim tabii.'

'Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?'

Hükümdar biraz düşünür ve ardından:

'Ölmemek için evet.' der.

Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söyler:

'Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca. Çünkü haşmetlim, sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudur.'

14.12.2014

YA İYİYİ YA KÖTÜYÜ SEÇECEKSİN


Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.


Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor?
Birisi nasıl olduğunu sorsa, "Bomba gibiyim!" diye yanıt verirdi hep. Jerry doğal bir motivasyoncuydu.

Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse, Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.

Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni...

Bir gün Jerry'ye gittim. "Anlayamıyorum..." dedim.

"Nasıl olurda, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun... Nasıl başarıyorsun bunu?"

"Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry, bugün iki seçimin var:

Havan ya iyi olacak, ya kötü derim. Havanın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda gene iki seçimim var:

Kurban olmak ya da ders almak. Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.
Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var:

Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek.
Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim."

"Yok yahu," diye protesto ettim.

"Bu kadar kolay yani?"

"Evet, kolay." dedi Jerry.

"Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin...
Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!."

Jerry'nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar görmedim. Ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.

Yıllar sonra, Jerry'nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry'yi delik deşik etmişler.
Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış. Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hâlâ vücudundaymış.

Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm.
"Nasılsın?" diye sorduğumda, "Bomba gibiyim." dedi Bomba gibi. 

"Olay sırasında neler hissettin Jerry?" dedim.

"Yerde yatarken, iki şeçimim var diye düşündüm... Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü... Ben yaşamayı şeçtim."

"Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi?!"

"Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep, iyileşeceksin merak etme dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana, "Bu adam ölmüş' diyordu. Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten."

"Ne yaptın?" diye merakla sordum.

"Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak, herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu. "Evet." diye yanıt verdim...

"Var...' Doktorlar ve hemşireler merakla sustular. Derin bir nefes alarak kendimi toparladım ve bağırdım:

"Benim kurşunlara alerjim var!..." Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım.

"Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil!!. "

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu.

Her gün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme Şansımız ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim. ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu..