28.11.2014

VARIM!


Saatlerdir bilgisayarın başında oturuyordu, hâlâ beklediği mail gelmemişti. Silkindi. Kaç saat olmuştu bilgisayar başına oturak? Ohooo!

İki saatten fazla olmuş, koskoca iki saat? Arkadaşları yemeğe davet etmişti, Sinan
sinemaya, oda arkadaşları ise fal partisine...

Hiçbirini kabul etmemişti. Şimdi bu Ücra internet cafede gelecek 0 maili bekliyordu. Daha ne kadar sürecekti?

Kim bilir belki, bugün hesabına bile girmemişti, girmeyecekti?

Girse bile yazacağı daha önemli insanlar vardı belki...

Belki de onun ona önem verdiği gibi o, Ona önem vermiyordu? Yok canım!
O da en az Sevgi kadar değer veriyordu sevgi'ye.

Yazdığı her mesajın karşılığı ertesi güne geliyor, hadi ertesi gün olmadı birkaç gün içinde gecikmenin özrünü de içeren mail hesabında bekliyordu Sevgi'yi.
Aylar olmuştu yazışmaya başlayalı, bir kez bile aksamamıştı mailler.

Ta ki, bu haftaya kadar.

Hafta başından beri tek bir satır gelmemişti ondan. Tuhaf!
Oysa kendisi yazacak bir şey bulmasa -ki, bu da ayda yılda bir olurdu- forward edilmiş mesajlar gönderirdi, güzel sözler, fıkralar yada ufacık bir e-kart.
Üçüncü gün dayanamamış, onu merak ettiğini söylediği bir mail göndermişti:

"Heeey, öldün mü kaldın mı? Haber versene ee!"

diye şakalaşmıştı üstelik. Ses seda yoktu yine karşı tarafta, beşinci gün iyiden iyiye meraklanır olmuştu, hatta bir sapığın onun hesabına girip gelen mesajları ondan önce okuyup sildiğini bile düşünmüştü.

İyisi mi oturup bütün gün bekleyecekti bilgisayar başında, hem içinde de bir şüphe kalmayacaktı böylece.
Bugün sekizinci gün de bitmişti. Yine en ufak bir yazı bile gelmemişti. Unuttu beni diye geçirdi içinden.

"Tabi, ne bekliyordun ki!" diye kızdı kendi kendine. Alay etti bir süre bu çocukluğuyla. Hiç görmediği, sadece yazılarıyla, şiirleriyle tanıdığı biriydi karşıdaki ve hep öyle uzakta öyle bilinmez kalacaktı.

Ne bekliyordu ki? Kendisi de bilmiyordu.
Hayalinde bu yazıları yazan kişiyi bir türlü canlandıramıyordu. Ne zaman gözlerini kapasa, sadece bir çift el görüyordu, klavyenin tuşlarına dokunan güzel parmaklar...

Bu elin kime ait olduğunu görmeye çalışıyor, didiniyor ama hayali bir anda dağılan sis gibi yok oluyordu.

Ertesi gün soluğu yine bilgisayar başında aldı. Bekledi, bekledi. Birkaç arkadaşından gelen mailleri yanıtladı hemencecik. Aslında böyle beklemek fena da olmuyordu hani. Zaten tatildeydi, yapacak başka bir işi yoktu. Arkadaşlarından çoğu eve dönmüştü, kalanlar ise onu çağırsa da o pek istemiyordu. Bu düşüncelere dalmışken yeni bir mesaj geldi. 

Hayret adres pek yabancıydı ona. Biraz tereddüt ettikten sonra yüreği korku içinde açtı.

Mail,

"Merhaba ben Akın'ın en yakın arkadaşıyım. kendisini trafik kazasında kaybettik, telefon defterinin arasında sizin mail adresinizi bulduk ve haber vermeyi uygun gördük. Başımız sağolsun."

diyor ve devam ediyordu ama mailin devamı onu ilgilendirmiyordu artık. Okuyacağını okumuştu zaten. Kaçıncı ölüm haberiydi bu. bu kaçıncı değer verdiği insandı yitip giden?

Bazen bütün uğursuzluğun kendinde olduğunu düşünüyordu.

Sonra saçma geliyordu düşündükleri, ama ne fark ederdi ki...

işte çok sevdiği, her gün yazdıklarıyla onun gününe renk katan o kişi artık yoktu. Kötü bir şaka olamaz mıydı?

Ne yapacaktı şimdi? Beklediği mail gelmiş miydi? Ne yani kalkıp gidecek ve bir daha gelmeyecek miydi? Bir daha a güzel mesajları hiç göremeyecek, bir daha a elleri hayal edemenin Üzüntüsüyle doğruldu.

"Cebinden size henüz yollamadığı, yollamak için doğum gününüzü beklediği bir şiir bulduk.

Tıpkı sahibine ulaşmamış bir mektup gibi duruyordu oracıkta. Aşağıda onun sizin için yazdığı son şiiri bulacaksınız"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder